Kaybolan İstanbullar
Hatıra yazıları, bir toplumun kimlik yapısına dair ipuçlarını içeren, bilginin yorum ve kanaat süzgecinden geçerek taşındığı, çok yönlü verimliliğe sahip bir edebi tür. Öyle ki, geçmişten bugüne üretilen yazılı eserlerin […]
Hatıra yazıları, bir toplumun kimlik yapısına dair ipuçlarını içeren, bilginin yorum ve kanaat süzgecinden geçerek taşındığı, çok yönlü verimliliğe sahip bir edebi tür. Öyle ki, geçmişten bugüne üretilen yazılı eserlerin […]
Hayâl hiç susmaz. Yalnızca olmayacak, olmasına imkân bulunmayanlar değildir; olabilen, olmuş, olmaya yüz tutmuş, olması çok mümkün olanlar da hayâle dâhildir.
Dünyaya yön veren ana damarlar daima en büyük ve en gözde şehirlerdi ve üç bin yıldan bu yana örnek, model, ideal olma yazgıları hiç değişmedi. Fakat bir taraftan…
Manzaraları sığdırmış fotoğraflar, bahar ve güz gezintilerinde alınan notlar, sıra dışı bir keder yahut sevincin hükmettiği kalpler hiçbir zaman ağaçsız, dalsız, yapraksız olamaz diye düşünürüm.
ESKADER’in düzenlediği Bâbıâli Sohbetleri’nin 231’incisinde Dîvanyolu Dergisi konuşuldu. Derginin yayın yönetmeni gazeteci yazar Muammer Erkul; “geleceğe ışık tutacak ve kılavuzluk edecek bir dergi olmayı hedeflediklerini” kaydetti.
Mesaj, yazarın yazısındaki üslup maharetini de sınayan, temayı destekleyen vazgeçilmezlerden muhakkak. Metin içinde gözü yumruklarcasına sırıtanların değil,
Hiç yazdım mı içimdeki coşkuların selâmını… Sanmıyorum. Yorucu bir rüzgârla savrulmuş yankı artıklarından başkası değildi sesimdekiler.
Gazeteci, edebiyatçı ve yazar Mehmet Nuri Yardım, Bâbıâli adıyla tarihî kimliğe sahip olan Cağaloğlu’ndaki işgâlin devam ettiğini belirterek, yetkilileri duruma müdahale etmeye dâvet ediyor. “Henüz çok geç değil, semt kurtarılabilir.”
Bir seher yeli ile perde açılıyor ve semadan hayata, hayattan gönle bir damla düşüyor. Göğe vurup duran ezan yankıları, şadırvanların titreten serinliğin sularında yıkanan azalar ve kubbeye yaslanmış hilal… En […]
En yenisi üç asırlık olan mâbetlerinden birini ziyaret edince hatırlıyor insan “güzel şehir” İstanbul’da yaşadığını.
Sanki mevsimler boyuyor kaderin renklerini; baharda ayrı, güzde ayrı bir hüzün… yazda ayrı, kışta ayrı bir heves… İşte o heveslerle hüzünler zannettirdi;
Bir çiçek ki, nazenin ve yalnız. Rüzgârın elinde bir sağa bir sola seğirtirken başı yere değse toprağı boyayacak kadar kırmızı.
Osmanlı dönemi kadınlarını anlatan birçok esere ulaşmanın mümkün olabildiği zamanlardayız. Hele ki bir kitabın üzerinde “Osmanlı” yazmayagörsün, cezbedici olduğu önyargısı, toplumun her katmanında karşılığını bulan bir yeni bakış.