Bir Duâ
24 Ekim 2016Gürbüz Azak
Hep söylerim… En, en, en güzel duâ şu boynu eğik yakarıştır: “Ben beni unuttuğum zaman sen beni unutma Yârabbi!”
Bu, yumuşak ama ziyadesiyle içten, kısa fakat göklerce derin sığınışın gerisinde, teslimiyet, güven ve yıkılması mümkün olmayan bir inanç sağlamlığı bulunur.
Bu duâ ile hafiflenir, ferahlarız. Ruhlarımız “sâhibi”yle buluşur.
…
Geçenlerde sanki yapacak başka iş kalmamış gibi meraklandım: Acaba, ilkel topluluklar da duâ eder mi? Ederlerse nasıl söyler, ne tür dileklerde bulunurlar… Sonunda öğrendim ve sizlerle paylaşmak istedim.
Afrikalı Buşman kabileleri yıldızlara doğru şöyle sesleniyor:
“Ey oradaki yıldız
Bana bir yabankeçisi göster
Ey oradaki yıldız
Elindeki şu değnekle
Karınca yuvası kazdır bana!
Ey oradaki yıldız
Yüreğimi sana sunuyorum
Sen de bana sun!
Ey oradaki yıldız
Doyur beni
Karnımı doyur ki
Yatıp uyuyabileyim!”
Gene Afrikalı Namalar Tsui-Goab denen kudrete yalvarıyor:
“Sen, Tsui-Goab’ım benim
Bulutları yağdır ki
Sıkıntısız yaşayalım
Tarladaki ürünleri büyüt ki
Soğanlarımız olsun.”
Kimi zaman da bir araya gelip sesleniyorlar:
“Erob, Erob, Erob!
Susuzluktan ölüyoruz
Su ver bize!”
Geldik Nyamvezler’e, onlar da Afrikalı. Davullar çala çala eski şeflerinin mezarlarına gidiyorlar. Yanlarında bir keçi. Ve duâ başlıyor:
“Ey beni dünyada bırakan şef!
Kurban sunmaya geliyorum sana
Çoktandır yağmur düşmüyor toprağımıza
Yağmur ver bize!”
Sonra, atalarına ait bir kaptaki içkiyi mezar üstüne döküyorlar:
“İşte suyun burada senin
Bana yağmur ver, yağmur yağsın
Niye terkedersin beni, efendimsin benim
Rütbemi senden aldım, çaldırmadım da
Oysa sen beni yüzüstü bıraktın
Beni yüzüstü bırakır da
Yağdırmazsan yağmuru
Başka yerlere gidecek bizimkiler
Bak, işte keçin burada!”
Finlandiyalı Votyaklar bir ağaç dalına ekmek koyarak duâya başlıyor:
“Orman tanrısı! Bana orman hayvanları, sincap, tilki, ayı ver. Arı da ver, onları arı kovanına sok. Sen bunları yaparsan ben de sana sunumlarda bulunurum.”
Güney Amerikalı Selknamlar ise fazla kar yağdığında bir avuç kömürü havaya atıp sesleniyorlar:
“Attığım şey senin olsun. Bize acı da güzel bir hava ver!”
Dilekler böyle. Bir de şükran duâları var. İstedikleri yerine geldikten sonra Buşmanların sevincine dönüyoruz:
“Tanrı, Tanrı, Tanrı!
Yağmur yağdı, yağmur yağdı
Yağmur, su, yağmur, su
Artık su içebiliriz, yağdı yağmur
Tanrı, Tanrı, Tanrı!
Artık su içebiliriz.”
Şâyet yakarıları, duâları yerine gelmezse öfkelenip bağrışan, hüzünlü karşı çıkışlara da rastlanıyor. Sözgelimi Afrikalı Pongalar’ın hep birlikte serzenişi:
“İşe yaramaz tanrılar sizi!
Keder verdiniz bize.
Oysa kurban bile sunduk
Ama bizi duymadınız.
Soyulup soğana çevrildik
Kinle dolu içimiz
Bizi varlıklı kılmıyorsunuz!”
Sıra, Amerikalı bir Kızılderilinin yatmadan evvelki duâsında:
“Ey dağların ve vâdilerin tanrısı, ağaçların, sarmaşıkların tanrısı! Senin ayaklarının dibinde, ellerinin altında uyuyacağım… Gün doğacak yarın, ortalık yeniden parlayacak. Anam da babam da sensin. Beni tüm karanlıklardan, engellerden koru, yolumu açık et!”
Bu da Habeşistan’daki Gallalar’ın akşam duâsı:
“Ey Tanrı, günümü iyi geçirttin, gecemi de iyi geçirt ey yücelerin yücesi!”
Geldik Tahiti’li bir aile reisinin yatmadan önceki dileklerine:
“Bu tanrıların gecesidir. Yakınımda ol, gözet beni. Beni kara büyüden, birdenbire ölmekten, kötü davranıştan, iftirâ atmaktan ya da iftiraya uğramaktan, hiyleden ve sınır kavgalarından koru. Bize iyilik bağışla. İnsanın, görünce ürktüğü öfkeli savaşçının öfkesinden koru beni. Beni ve ruhumu yaşat. Bu gecemi iyilikle donat!”
…
Sanırım, gene de en ufuklu ve kâinat kanatlı duâ en başta andığım o müthiş, dağ kadar ağır, nefes kadar hafif sesleniş:
“Ben beni unuttuğum zaman sen beni unutma Yârabbi!..”
...Yazının tümü basılı dergimizde! ABONE olmak için lütfen TIKLAYIN
Etiketler: Gürbüz Azak