Minare tutmak
Çocuğum, oruçluyum ve güneş İstinye sırtlarına değdi değecek… Ben İncirköy camisinin Paşabahçe yö- nünde kalan fırında, pide kuyruğun- dayım. Benzi süzülmüş insanlar benle birlikte beklemede. Kızgın fırından ara sıra birkaç […]
Çocuğum, oruçluyum ve güneş İstinye sırtlarına değdi değecek… Ben İncirköy camisinin Paşabahçe yö- nünde kalan fırında, pide kuyruğun- dayım. Benzi süzülmüş insanlar benle birlikte beklemede. Kızgın fırından ara sıra birkaç […]
Dîvanyolu’nun alt birimi olan gençlik gruplarından, Kandilli Kız Anadolu Lisesi öğrencileri tarafından kurulan “Dîvanyolu Maviler” Türkiye Gazetesi’ni gezdi.
İstanbul Beylikdüzü’ndeki Marmara Evleri’nde “Dîvanyolu Dergisi Okuma Grubu” oluştu… Öğretmen Ayhan Özbek ve çevresindeki dinamik gençler, haftada bir gün düzenli olarak toplanıyorlar, akşam yemeğini birlikte yiyorlar ve okuma yapıyorlar.
Dîvanyolu’muzun, eski dergi okuyucuları tarafından hüsnü kabul görmesinin yanında, aynı zamanda gençleri de kucaklamış olması hepimizin mutluluğunu arttırıyor. Bunlarla birlikte Anadolu Basını tarafından da dergimiz öne çıkarılıyor.
Bir Dergi ki; Dergi ötesi bir hizmet Dîvanyolu… Kültür, sanat, tarih, edebiyat ağırlıklı ve içtimai hayattan kesitler içeren dolu dolu bir dergi… İstanbul’ da filizlenen ve yurt sathına dalga dalga […]
İncirli metrobüs durağındayım. İstanbul Üniversitesi Avcılar Yerleşkesine gideceğim. O ara istasyonda iri yarı bir gencin hareketi gözüme takıldı.
Hayatımız roman oluyor ama bu romanlardan ders alınmazsa cemiyetimiz bugünkü gibi insan kılığında canavarlarla dolmaya devam eder.
Harabât Ehli Cânân gelir aklıma hep, cân gider! Günler geceler permeperişân gider…
Yusuf, elindeki kitabı sedirin üzerine bırakırken üzgündü. Gözlerini kırpmadan duvarlarda, yerdeki halının nakışlarında gezdirdi.
Karayipler’deki Bâkire Adaları grubuna dahil Tortola adasında tavuklar sokakta geziniyor. Hani bizde sokak köpekleri vardır, yahut sokak kedileri. Tortola’da da “sokak tavukları” var. Pardon, majestelerinin tavukları!
Bâb-ı âli işgal mi edildi, yoksa meydanı kendi mi terk etti? “Büyük Kapı” yeniden açılacak mı? Bir şey yapılacaksa, beklenen nedir?
“Yüksek kapı”, “yüce kapı” anlamlarını taşıyan bu terim Sadrazam konağına işaret etmektedir. Anlamı genişledikçe Sadrazam konağına “Paşa Kapısı” ve “Bâb-ı Âsafi” denmeye başlamıştır.
Eski Sadaret (Sadrazamlık) binası, Cumhuriyetin kurulmasından sonra Vilayet Konağı olarak kullanılmaya başlanmış ve yeni devre uyacak şekilde sıvanmıştı. 1980 ve 1997 yıllarındaki restorasyonlarda kaldırılmış ve örtülmüş ne varsa bina eski […]
Yumurta mı tavuktan çıktı, tavuk mu yumurtadan? Böyle olduğu için mi bu hale düştü Babıali, yoksa bu hale düştüğü için mi böyle oldu!..
Vehbi Vakkasoğlu Babıali’den basın yayın dünyası çekildi. Keşke öyle olmasaydı. Hiç olmazsa orada, bir zamanların hatırasını yaşatacak müzeler, korunan mekânlar olsaydı.
Babıali zaten kalmamıştı ki, sadece adı var. Dolayısıyla şimdiki durum hiç sürpriz değil… Sahibi gazeteci olan gazete kaldı mı, bilemiyorum.
İnsanı asıl yaşatan hatıralardır. Yazık ki, talihsiz şehirlerimiz bu kıymetleri ve elzemleri fark edemeyenlere emanet edilip duruyor.
Kalem erbabının hatıraları turizm dozeriyle dümdüz edildi. Gazeteciler okuyucudan koptu ve füme plazalara hapsedildi.
Bâb-ı âli ve bütün o mübarek çevre, Haçlı talanıyla darmadağınık edilmekte. Günümüz Türkiye’sinde Cumhurbaşkanlığı “Çankaya” kelimesiyle ifade edilebilmekte.
Türk basınının Babıali’de konuşlandığı yıllar, gazeteciliğin altın çağıdır. Evet, günümüzdeki kadar büyük binalara, mali güce, imkanlara, en önemlisi teknolojiye elbette sahip değildi ama; mesleğin itibarı o dönemde tavan yapmıştır.
Deveye, “Boynun neden eğri” diye sormuşlar, “Nerem doğru” diye cevap vermiş… Osmanlı İstanbul’unun, başka bir tabirle Tarihî Yarımada’nın her noktası, fetihten bu yana tarihimizin pek çok hadisesi ile yoğrulduğu için […]
Basın kuruluşlarının Bâbıâli’yi terke zorlanmasıyla kültürel değer açısından Cağaloğlu ve çevresi bir şey ifade etmez hale geldi.
Gazeteci, edebiyatçı ve yazar Mehmet Nuri Yardım, Bâbıâli adıyla tarihî kimliğe sahip olan Cağaloğlu’ndaki işgâlin devam ettiğini belirterek, yetkilileri duruma müdahale etmeye dâvet ediyor. “Henüz çok geç değil, semt kurtarılabilir.”
Uçsuz ve bucaksız bitkinliğimle uzandım kıyılarına. Gözlerimin önündesin devamlı, nadir uğruyorsun sahilime. Fakat yine de kucaklıyorsun dört bir yanımı geldiğin vakit.
Civcivlerin yemini suyunu verdim, bilgisayarı kapattım ve başladım hazırlanmaya. Dışarı çıkmalı hayata karışmalıydım bir an önce…
Yatak odasında, pencereye bitişik bir güvercin odası vardı. Onları pek sever, her sabah güvercin sesleriyle uyanmaya bayılırdı.
İstanbul’un Valisi Hüseyin Avni Mutlu; arkadaşlarımız Recep Koçak ve Yakup Tutum’un sorularını öyle samimiyetle cevapladı ki…
Deli dolu gezer miydim? Yol içinde yolu bilsem! Bu kadar çok yazar mıydım? Dil içinde dili bilsem! Hem arıya hem peteğe, Ders verirdim kelebeğe. Konar mıydım her çiçeğe? Bal içinde […]
“Tefekkür” fikrin, düşüncenin batıldan hakka gitmesidir. Ve dahası çok az bir tefekkür, nafile ibadetten çok çok hayırlıdır.
‘Aşkın Kimyası’ kavramı insanlara ilaç verilerek onlarda romantik duyguları uyandırmak ya da tam tersine bir ilaçla bu duygusal eğilimlerin yok edilebileceğini anlatmak için kullanılan bir kavramdır.
Aradın güzelliği besmelesiz benizde, Sevgiyi mızrakların ucunda alkışladın. İlkyazın sularını yıkadın son denizde, En sevimli düşmanın yüreğinde kışladın…
(Sübhânallahi ve bi-hamdihi) güzel kelimesi, Hak Teâlâ’nın tenzîhini ve takdîsini (ya’nî Ona yakışmayan aşağılıklardan ve kötülüklerden uzak olduğunu) çok güzel bildirmektedir.
Neden yalınayaksınız? Bişr-i Hafî hazretlerine “Bu dereceye ne ile yükseldiniz?” diye sordular. “Bir şeyle” buyurdu. “O nedir efendim?”
Halilî Kahramanmaraşlı… Tabi eskiden kahraman demeye gerek yoktu Maraş deniyordu yetiyordu. Sonradan biz biraz süslü isimler kullanmayı tercih ettik.
Bir çetrefil yol ki zülfü dolaşık Attığım her adım başı dilemma Bir onulmaz aşk ki kana bulaşık Aşığına vaz sürmek bir muamma.
Bazı kelimeler, kavramlar size hep bazı güzel insanları hatırlatır. Öyle güzel kokular vardır ki, sizi hep çocukluğunuzun unutulmaz günlerine götürür.
Palette bütün renkler gökkuşağı gibi dizilmişti. Yeşil hepsinden fazlaydı. İlk fırça darbesi yeşille geldi. Tuvaldeki yeşiller çoğaldıkça bir kır görünümü oluşmaya başladı.
Şair “Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek” derken, insana dair bir kusurun altını çiziyordu; üstelik kusur hafif kalır bu ahmaklığı tarif etmek için…
Yürümek, bir fiilin ötesinde, devasa bir anlamı ihtiva eden karşı duruş hareketi… Asıl anlamı yürünen yolla kaim olan yorucu mücadele… Yürümek, amaçlıdır, bir neticeye, ödüle âşıktır.
Bir kitap okudum hayatım değişti derler ya bazen… Ben henüz öylesine denk gelmedim ama sayfalarını karıştırdığım bir kitapta aynen şöyle yazıyordu:
Aldanmışsın! Öyle diyorlar senin için. Yalancı bahara aldanan bütün saf kalpli âşıklar gibi, sen de aldanmışsın. Bir kere gülümseyince… Biraz ısıtınca yüreğini…
Ellerimde dua kuşları, kalbimde hasret yokuşları. Eninde sonunda biteceksin dünya, çok şükür sen de benim gibi fânisin dünya.
Tohumlar suya doydu, filiz oldu, başak oldu boy, boy. Ve başaklar buğdaya durdu. Çok zaman oldu… Hasat zamanı yakın…
-Maviler’in tonuna dair…- Gözler arayışta maviyi, sevgiyi, aşkı. Ve her bakış kaybediş sanki. Mavi derin mavi sonsuz mavi bucaksız. Tıpkı…
Eleştirinin onaran, büyüten, olgunlaştıran rengine değil de hep eksilten, acıtan, susturarak paslı yalnızlıklara salan rengine sahibizdir toplum olarak.
Sanat ve bağımlılık, ilkokulda Yeşilay haftası için bir resim çizmem istendiğinden beri gözlemlediğim kadarıyla ayrılmaz bir ikili durumunda. Buna ek olarak cinsel çağrışımları da ekleyebiliriz.
Yoktun ki baktığım hiç bir yönde…Hiç dolanmadı bir kuşak gibi aynı anda aynı rüzgar; ikimizin beline… Hiç… Ama hiç tuzu karışmadı; Gözyaşlarımızın! ..